Niyet

angry_eeyore_by_johnreillymar-d4udry8Her yeni yıl başında ben de herkes gibi yeni yıldan beklediklerimi, daha doğru tanımla, yeni yılda kendimden beklediklerimi, yapmaya niyet ettiklerimi sıralarım. Bazen sessizce içimden, bazen de sayfalarca yazarak. Bu yıl yazdıklarıma dönüp şöyle bir baktığımda maddi hiçbir şey beklemediğimi, kendi içime dönme yolunda atacağım yeni adımlara niyet ettiğimi gördüm. İlk sırada ise “öfkemi serbest bırakmaya niyet ediyorum” var. En olmadık anlarda içimden çağlayarak çıkan bu duyguyu bırakmaya niyet ediyorum bu yıl en çok. Onun yüzüne bakarak, onun varlığı ile barışarak. Ve sanırım benim bu ilk niyetim için herkes seferber. Çünkü bu ara o kadar çok kısa ama etkili öfke nöbetleri ile sarsılıyorum ki, demek ki diyorum bunun ilk niyet olması boşuna değil. Sizin de niyetlerinize bu kadar çabuk kavuştuğunuz bir yıl olması dileğimle.

s.

“ama hayvan bir bireydir”

Görsel

” Bir insan bir hayvanı kafese tıktığında, o hayvanın sahipliğini üstlenmiş olur. Ama hayvan bir bireydir, ona sahip olunamaz. Bir insan bir bireye sahip olmaya çalıştığında, bu birey ister başka bir insan, hayvan, hatta ağaç olsun, doğal olmayan bu hareketinin ruhsal sonuçlarına katlanmak zorunda kalır. Vahşi hayvanların sergilendiği bir mekanı ya da bir hayvanat bahçesini ziyaret edenleri; geri zekalıca davranmalarını, nasıl sırıttıklarını, gülmekten kırılmalarını, nasıl tacizde bulunduklarını, eğlendirilmeyi talep etmelerini, hayvanlara sataşmalarını seyrettin mi hiç? Kafese kapatılmış hayvan, tıpkı aşırı alkol gibi, insanı en müptezel boyutlarına indirger. Ve hapishane ya da hastane sakinlerini incelerken sadece bir parça daha edepli davranır insan. İnsan ya da başka bir şey olsun, özgürlüğü kısıtlanımış bir yaratık aşağılanmıştır. Kafese koyulanların bekçileri de – hatta kafestekileri seyredenler de- aşağılanmıştır; bunlar bilinç altında suçluluk, korku ve nefret karışımı bir duygu besler. Kafes iki yönlü bir aşağılamadır. Yaşayan bir varlıkla özgürlüğü arasında duran somut ya da soyut herhangi bir engel, muhatabı olan herkesin akıl sağlığını tehdit eden bulaşıcı bir sapkınlıktır.”

Amanda
Dur Bir Mola Ver – Tom Robbins

Skolyozluyum

Skolyozluyum… Skolyoz hastası değilim, skolyozluyum. Herhangi bir şeye hastalık adını takıyorsa insan orda iyileşme yok olur diye düşünenlerdenim. Vücudunuzun işleyişine etki eden durumların bazıları sizi ziyaret eder, şöyle bir yoklar, hatırlatacaklarını hatırlatır ve gider. Bazıları ise hep oradadır, hep hatırlayın unutmaya meylettiğiniz şeyleri diye.

Tam yirmi yıl önce 12. yaşımdayken skolyozlu olduğum bilgisini aldık. Annem ve babam bir panik havasına büründüler. İlk muayeneyi yapan hekim bizi bu konuda uzman olduğunu söylediği bir başka hekime yönlendirdi. Ve benim skolyozlu günlerim başladı. Alelacele girilen ameliyat sonrası omurgama yerleştirilmiş koca bir protezin sahibi oldum. Yirmi yıldır da omurgama hizmet ediyor protezim. Benim protezim şimdikiler gibi değil tabi.

Operasyon sonrası hareketlerim – annem tarafından- kısıtlandı. İlk bir kaç yıl annemin “onu yapma, öyle eğilme, dik otur vs.” cümleleri hayatımın merkezine oturdu. Ben ve çevremdekiler hiç tanımadığımız bu durum karşısında pek telaşlıydık. Açıkçası ben yaşça küçük olduğum için, bilgiye ulaşmak şimdilerde olduğu gibi kolay olmadığı için bu yabancıyla ilgili fazla bilgi sahibi değildik. Tüm bilgimiz hekimimin söyledikleri ve bizim anlayabildiğimiz kadardı. Ben skolyozumla aslında 2010 yılında Arda’m sayesinde tanıştım. Okudu, araştırdı, bilgileri önüme serdi. Sanırım skolyozla şu yaşımda tanışmış olsam kararlarım da, yaptıklarım da o zaman yaptıklarımızdan çok farklı olurdu.

Operasyondan sonra onsekiz yıl boyunca herhangi bir sıkıntım olmadı. Ta ki iki kış önce başlayan siyatik ağrılarına kadar. Aslında ağrılar başlayana kadar da skolyozumu, omurgamdaki protezi pek hatırlamıyordum. Hayat normallikle – ya da öyle sanarak- akıyordu işte. Gece uykudan zıplatırcasına şiddetli siyatik ağrıları o kadar sıklaştı ki ben gün içinde ağrım olduğunu farkedemeyecek noktaya geldim. Küçük yaşta büyük ağrılarla tanışınca insan ağrı/acı eşiği öyle bir yükseliyor ki inanamazsınız. Bu sırada hekime gittim tabi.

Ben bu arada uzun zamandır aklımda olan ama hep ertelediğim yoga’yı hayatıma soktum. Hayatımın en doğru kararı diyebileceğim şeylerden oldu bir anda. Ne mi oldu? Bütün ağrılarım geçti. Duruşum düzeldi. Beden farkındalığım gelişti. Zihnim sakinleşti, sakinliğini korumayı öğrendi. Ruhum daha bir dingin oldu. Herşeye bakışım, olaylara karşı takındığım tavır değişti. Hala da gelişmeye, dönüşmeye, öğrenmeye, bütünleşmeye devam ediyorum.

orangenew

Daha sonra tanıdık bir kaç hekim arkadaşımıza sorup, soruşturup skolyoz ve omurga hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Ahmet Alanay’la tanıştım. Beni bilmediğim bir çok konuda bilgilendirdi. Yoga’nın bende gerçekleştirdiği gelişimi gördü ve destekledi. Aradaki farkı aşağıdaki röntgen filmlerime bakarak anlamak öyle mümkün ki… Gördüğümde hissettiklerimi anlatamam. Bir kaç gün yüzümden hiç eksilmeyen bir sırıtışla gezdim sanırım. Işıldadım.

photo (1)

sumran can_02

photo

sumran can_01

Bazı durumlar siz bir şeyleri farkedin diye ortaya çıkarlar. Ben skolyozumu böyle yorumluyorum. Ben onunla barış içinde oldukça o da bana yardımcı oluyor. Varlığından korkmadan, normal insanlardan bir farkım olmadığını bilerek yaşıyorum. O yüzden öğrettikleri için önce skolyozuma, sonra bedenime ve beni skolyozumla tanıştırıp aramızı düzelten Arda’ma, erkenden farkedip müdahale eden anneme, babama, Yoga Şala’ya ve bu ailenin güzelikleri Çiçek’e, Esra’ya, Nil’e, Berra’ya, Şeli’ye, Zafer Hoca’ya, Prof. Dr. Ahmet Alanay’a çok teşekkür ederim. Ne güzelsiniz, içimi çiçeklendiriyorsunuz.

Sevgiyle

s.

İlüstrasyon: Joanna Little

güzel bir ruh dokundu hayatıma…

yumuşacık, sevgi dolu…

insan yılıyla azıcık kaldı buralarda ama bana bi’dolu güzel an bıraktı…

baktıkça etrafıma, anımsadıkça, gülümseten…

tüm gidenlerin yolu ışıklı olsun…

s.

fare kapanındaki karga…

Üç gün olmadı…

Serkan dışarı çıkmıştı.

Çıktı, telefon çaldı…

Bilgisayar başında otuyordum, çok da anlamadan olayları,  Arda’ya baktım…

Hızla dışarı çıktı…

Sonra avucunda bir şeyle döndü…

Güvercin ya da öyle birşey…

Yanına gittiğimde yapışkan bir şeye bulanmış yavru bir kargayla karşılaştım…

Şu fare yakalayıcıları bilir misiniz? Oldukça kuvvetli bir yapıştırıcıyı farenin olası geçiş yollarına döküyorsunuz. Üzerine hayvancağızı çekecek bir yiyecek de koydunuz mu tamamdır. İşte muhteşem (!) tuzağınız hazır.  Bu yapışkanlı ilaç zehir içermiyor… Aman ne iyi… Yani fareciği zehirlemek gibi adice birşey yapmıyorsunuz. Peki napıyorsunuz? Zavallı yaratığı bu yapıştırıcıya bulayıp ordan kurtulmaya çalışırken ya yorgunluktan, ya stressten ya da belki de hayattan vazgeçişiyle öldürüyorsunuz. Ama zehirlemiyorsunuz…

Bu ufak kargacık da aynen bu şekilde ölmüş bir fındık faresini av olarak seçmiş anlaşılan…Yapıştırıcının üzerinde bir bu zavallı karga, bir de minik fındık faresinin cesedi…Arda ben fareyi görüp üzülmeyeyim diye kargayı oradan çekip alıp gelmiş…

Ve tabi ki hemen nasıl temizleriz diye düşünmeye, fikir sormaya başladık.  Şahini bulduğumuzda aradığımız biyolog arkadaşlarımız Aslı ve Murat’ı aradık hemen…Ve bir de bu kapanı kuranı bulup ilacın adını aldık ki firmaya da soralım bunu ne temizler diye. Her iki tarafın verdiği cevap aynıydı: Zeytinyağı ya da bebek yağı… Güzelce yağladık kargacığı, ılık sularla yıkadık…Bebek şampuanı cildine zarar vermeden temizlermiş yağları…Denedik… Temizlendi azıcık. Ama hala yağlı. Ve şimdi bir süre bizim misafirimiz…Tüm tüyleri dökülüp tazelenecekmiş kargacığın.

Sonrası özgürlük…

s.

maslak şahini…

Dün atölye’de çalışırken Serdar Abi’nin telaşlı koşuşu, bizi de telaşlandırdı…”Koşun, koşun şahin, kartal gibi bir şey var, yakalayalım” diye gelince,  “neden kartal, şahin gibi bir arabanın peşinden koşuyoruz, ne saçma” diye düşündüm…Ama gerçek şuymuş ki, Maslak’taki Atatürk Oto Sanayi’nin orta yerine bir şahin düşüvermiş…Kargalar feryat figan etrafında dönüyorlarmış meğerse bir süredir hayvanın…Seslerini duysak da yavrulama mevsimindeki kargaların herhangi bir şeyi tehdit olarak algıladıklarını düşündük ama bu tehdidin şahin olduğunu nereden bilelim…İlk önce yaralı sandık, Arda yavaşça üzerini bir şeyle örtüp yakaladı kuşu…Hemen çevremizdeki kuş gözlemcisi, biyolog, tanıdık, tanımadık kim varsa aradık…İlk gelebilen Beykan oldu…Bir sürü yabani kuşla yaşamını paylaşmış Beykan…Kuşu sakinleştirip, kanadını/bacağını kontrol etti…Neyse ki yaralı değilmiş…Sabah “bir serçe arkadaşım olsun” derken gelen şahinle büyülendim…
Dün gece karanlıkta salmak istemediğimiz için, bir gece evimizde misafir ettik bu güzel yaratığı…Eve gelip karanlık bir yerde tüneyebileceği bir kütük ayarlayınca ona, sakince uyumaya başladı…İşte bu çok garip bir duygu…Vahşi bir hayvan size güveniyor ve sakince uyuyor…
Sabah erkenden kanat sesleri uyandırdı bir ara beni…Kanatlarını geriyordu sanırım…Uyandık hep beraber, vakit ayrılma vakti oldu…Arda’yla evin biraz ilerisindeki  koruya bakan açıklıkta azıcık karnını doyurduktan sonra yavaşça göğe bıraktık güzel şeyi…

İki kanat çırpımı sonra süzülerek uzaklaşışını tüylerim diken diken izledim, yeniden büyülendim…

Şimdi durup durup bu anın inanılmazlığına gülümsüyorum…

s.